‘Hayat Boyu Öğrenme’de Niteliği Artırmak, Farkındalığı Yükseltmek
Kudüs ve Mescid-İ Aksa Şairi Mehmet Akif İnan
Giriş
Müslümanların yeryüzündeki aşkı üç beldeye yöneliktir. Bunlar, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs’tür. Bu aşk, bu üç beldedeki üç mabet için bir tutkuya dönüşür. Bu mabetler, Mekke’deki Kâbe’yi içinde barındıran Mescid-i Haram, Medine’deki içinde Peygamberimizin kabrini de barındıran Mescid-i Nebevi, üçüncüsü de Kudüs’teki içinde Kubbetü’s-Sahra’yı, Kıble Mescidi’ni, Peygamberimizin Mirac’a yükselirken ayak bastığı Muallak Kayası’nı barındıran, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’dır.
Peygamberimiz, “(İbadet için) sadece (şu) üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa” buyurmuştur. Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi olması, Peygamberimizin Mirac’a yükselirken ayak bastığı son yeryüzü parçası olması, Peygamberimizin övgüsüne mazhar olması, Hazret-i Ömer’in, Selahaddin-i Eyyubi’nin ve Yavuz Sultan Selim’in farklı dönemlerde fethederek İslam toprakları arasına katması dolayısıyla ayrıca onların emaneti olması bakımından da Müslümanlar için büyük önem taşır.
401 yıl Osmanlı Devleti hâkimiyetinde kalan ve 1. Dünya Savaşı sırasında acı bir kayıp olarak yad ellere geçen Filistin toprakları ve Kudüs, o tarihten itibaren barış ve esenlikten uzak hüzünlü zamanlar geçirmektedir. Kudüs’te bir Yahudi devleti kurmak üzere yürütülen çalışmalar 1948’de İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanmış ve bu tarihten itibaren Kudüs ve çevresinde yaşayan Müslümanlar evlerinden, yurtlarından uzaklaştırılmış; ihtiyar, kadın, çocuk denilmeksizin bir terör ve işgal hareketiyle karşı karşıya bırakılmışlardır.
Kudüs ve Mescid-i Aksa, dünyadaki şuurlu Müslümanlarının hüznüdür, umududur, özlemidir. Buradaki Müslümanlara yönelik tatbik edilen zulümler, katliamlar; en temel insani ihtiyaçlardan yoksun bırakmalar yürek sızısıdır. Medeniyet kaygısı ve mücadele yükümlülüğü içerisinde bulunan Müslümanlar için Kudüs bir davadır. Kudüs davasının “Özgür Kudüs, Bağımsız Filistin” şeklinde zafere ulaştırılması bütün Müslümanların Kudüs’ü ve Mescid’i Aksa’yı bir dava olarak yüreklerinde taşıması ve Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşması mücadelesini bir mesele edinmesi, bu bilincin ancak fert fert bütün Müslümanlar tarafından kuşanılmasıyla mümkündür. Bu hususta en önemli hedef bu bilincin fert fert bütün Müslümanların yüreklerine yerleştirilmesi olmalıdır: Merhum Üstad Nuri Pakdil’in “Tur Dağını yaşa / Ki bilesin nerde Kudüs / Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum // Ayarlamadan Kudüs’e / Boşuna vakit geçirişin / Buz tutar / Gözün görmez olur” mısraları Kudüs konusundaki bilincin hangi boyutta edinilmesi gerektiğini ortaya koyar.
Mescid-i Aksa Şairi Mehmet Akif İnan
1. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı coğrafyasındaki Müslümanlar, ipi kopan tespihin dağılmış taneleri gibi başsız ve birbiriyle irtibatsız bir şekilde zorlu ve karanlık bir sürece girmişlerdir. Osmanlı Medeniyetine beşiklik yapan Anadolu, bin yıllık Medeniyet mirasını reddeden bir havza değişikliği yaşamış, eski havzasında birliktelik içerisinde olduğu milletlerin, toplulukların meselelerinden uzakta durmayı tercih etmiştir.
Mehmet Akif İnan, bir yazısında bu hususu şu şekilde değerlendirmektedir: “Osmanlı Devleti’nin tarihe karışmasından sonra, geçmişte bize ait olan birçok meseleler üzerinde, iddia sahibi olmak şöyle dursun, fikir beyanında bulunmaktan bile sakınmışızdır. Mesela İslam topluluklariyle ilgili uluslararası boyutlar kazanmış konularda bile, onların lehinde rey izharında bulunmamışız. Sanki onların lehinde bulunmak bir özlemin gerçekleşmesini istemek, Osmanlının ihyasını istemek gibi ürkütmüş bizi. Âdeta eski ülkeler tekrar bize dönecekmiş gibi korkmuşuz. Misak-ı Millî sınırlarını aşan konular itina ile kaçındığımız konular olmuş.”[1] Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu kaçışına rağmen Türkiye’deki Müslümanların yüreğinde bir Filistin ve Kudüs Davası ilk günden itibaren daima yer almıştır.
1. Dünya Savaşı sırasında ve akabinde, Filistin’deki İngiliz işgalinin ve mandasının ardından 1948 yılında İsrail kurulmuş ve İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden birisi de Türkiye olmuştur. Bu dönemde Türkiye Müslümanlarının dış ilgilerinin güçlüğünü ortaya koymak bakımından şu bilgi yol göstericidir: ‘Türkiye’de 1950’ye kadar hacca gitmek bile yasaktır’. En temel dini vecibelerin kısıtlandığı bir vasatta medeniyet mücadelesi vermek kolay bir iş değildir. 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte bir miktar ferahlama olmuş ve Filistin Davası’na süreçte yaşanan çeşitli gelişmelere paralel olarak Türkiye’den daha fazla ilgi gösterilmeye başlanmış, sadırdaki ilgi daha fazla satırlara dökülmeye başlamıştır.
1960’lar, 70’ler ve 80’ler ve takip eden yıllar, on yıllar, Filistin ve Kudüs davasının dünya Müslümanlarının yüreğinde bir sızı olmayı sürdürdüğü, konjonktürün ve gelişmelerin Filistin ve Kudüs’ün her geçen gün Müslümanlardan uzaklaştırıldığı bir zaman dilimi olmuştur. İsrail’in Siyonist ideolojiye dayalı yayılmacı politikalarını ortaya koyması neticesinde 1967 yılında gerçekleşen işgal ve 1969 yılında Mescid-i Aksa’nın yakılması ile birlikte pek çok yazar deneme, şiir, hikâye ve makaleler kaleme almak suretiyle ilgisini Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya teksif etmiştir.
Yaşanan gelişmeler karşısında, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Osman Sarı, Arif Ay gibi şairlerin dilinde Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın şiir olarak terennüm etmesine, yürek kabargınlığının mısralara dökülmesine yol açmıştır.
Yüreğinde Filistin Davası ve Kudüs ve Mescid-i Aksa sevgisi barındıran şairlerden birisi de şair, yazar, mütefekkir, öğretmen, sendikacı; Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in Kurucusu Mehmet Akif İnan’dır. Mehmet Akif İnan, “Kudüs Şairi”, “Mescid-i Aksa Şairi” olarak tanınan bir şairdir, aynı zamanda. Onun bu şekilde anılması, Kudüs ve Mescid-i Aksa hususunda hissiyatı en lirik biçimde ifade eden “Mescid-i Aksa” şiirini yazmış olmasından ötürüdür. “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde / Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu / Varıp eşiğine alnımı koydum, / Sanki bir yeraltı nehr çağlıyordu” dörtlüğüyle başlayan bu şiir, Koca Ragıp Paşa’nın “Eger maksûd eserse mısra-ı berceste kafidir” sözünü haklı çıkarırcasına Mehmet Akif İnan’ın tek bir şiirle “Kudüs Şairi”, “Mescid-i Aksa Şairi” olarak anılmasına vesile olmuştur.
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde…
Mehmet Akif İnan’ın Mescid-i Aksa şiiri ilk olarak 4 Ekim 1979 tarihinde çıkan ve “İslamcı” bir gençlik dergisi olarak kabul edilen “Akıncılar” dergisinin beşinci sayısında yayımlanmıştır. Mescid-i Aksa şiiri şairin ilk baskısı 1991 yılında Yedi İklim Yayınları tarafından gerçekleştirilen “Tenha Sözler” adlı kitabında da yer almaktadır.
Mehmet Akif İnan için Kudüs muhayyel bir belde, Mescid-i Aksa muhayyel bir mekân denilebilir. Çünkü Mehmet Akif İnan, altmış yıllık ömründe Kudüs şehrini ve Mescid-i Aksa’yı görmüş değildir. O, görmeden sevmiş ve o beldeye ilişkin aşkını, hasretini, acısını görmeden terennüm ettirmiştir. (Kudüs aşkı ile bilinen diğer bir şair Nuri Pakdil ise ancak 82 yaşında Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı dünya gözüyle görebilmiştir.)
Mehmet Akif İnan’ın 6 dörtlük ve 24 mısradan oluşan Mescid-i Aksa şiiri duygu yoğunluklu, coşkun, içli bir şiirdir. Mehmet Akif İnan, rüya metaforu üzerinden Mescid-i Aksa’nın yalnızlığını, Mescid-i Aksa’yı benzettiği kimsesiz kalmış bir çocuğun ağlayışıyla dile getirmekte, bir Müslüman duyuşuyla Mescid-i Aksa’nın tarihi hüviyetini ortaya koymakta ve dünya Müslümanlarına sorumluluklarını hatırlatmaktadır:
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yeraltı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerin diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Miraca yol veren hız üssü idim
Kutsallığım belli şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek hâlinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler hatırı için
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minden yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu”
Şair, Mescid-i Aksa’yı rüyasında görmüştür. Mescid-i Aksa, adeta İslam beldelerinin yetimidir. Mescid-i Aksa, yetim bir çocuk gibi ağlamakta, hatta bir yeraltı nehri gibi çağlamaktadır. Diğer beldelerde yaşayan Müslümanların hasretiyle yanmakta, gözleri yollarda beklemekte, Ulu Nebi’nin ilk kıblesi olması dolayısıyla bu unutulmuşluğa anlam verememektedir. O, adını da “kuds” kelimesinden almış ismiyle müsemma kutsal bir şehirdedir, aynı zamanda, Hazret-i Peygamber’in Mekke-i Mükerreme’den İsra yolculuğuyla ulaştığı ve oradan Miraç hadisesiyle Burak’ın sırtında Huzûr-ı İlahi’ye yükseldiği mekandır. Bundan ötürü yüzyıllar boyunca binlerce mü’min, tek yürek halinde o kutsal mabede koşmuş ve Mescid-i Aksa’da, “cevaba erişen” makbul dualarda bulunmuşlardır. Ancak, şimdi Mescid-i Aksa yalnızdır, mü’minden yoksundur, çöllerde kayıp bir vaha gibi tek ve tenhadır, bunun üzüntüsünü yaşamakta, Müslümanlara şair aracılığıyla selam göndermekte, artık bu ayrılığa dayanamadığını, İslam’ın yeniden kendisini kucaklamasını beklediğini belirtmektedir.
Mehmet Akif İnan’ın Filistin Davasına İlişkin Görüşleri
Mehmet Akif İnan, Yeni Devir, Millî Gazete gibi gazetelerde Filistin Davası, Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya dönük düşüncelerini ortaya koyduğu pek çok yazdığı köşe yazısı yayımlamıştır. Mehmet Akif İnan yazılarında Filistin topraklarında İsrail devletinin kuruluşu ve Filistinlilerin topraklarından çıkarılmasını, Kudüs’ün Müslümanlar açısından sahip olduğu önemi, Kudüs’ün işgalini ve Müslümanların bu işgal karşısındaki duyarsızlığını vb. ele almaktadır.
Mehmet Akif İnan, Yahudilerin (Mehmet Akif İnan bu hitapla tabiatıyla Siyonizmi kastetmektedir. Yazıların yayımlandığı yıllarda bu hitap antisemitik bir yaklaşımı değil, antisiyonist bir yaklaşımı taşımaktadır.) İslam’ın yeryüzündeki en büyük düşmanı olduğu, dünyadaki İslam düşmanlığının da kaynağını teşkil ettiğini düşünmektedir. Bu saikle hareket eden Yahudiler, nüfusları az olmasına karşın ekonomik ve politik etkileriyle sonuç doğurmaktadırlar: “Yahudi, İslâm’ın en büyük düşmanı olmakla birlikte, ayrıca dünyada da İslâm düşmanlığını yayan, İslâm memleketlerini daima bir huzursuzluk içinde tutmayı sağlayan bilcümle güçleri de kontrolünde bulunduran bir millettir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendisine devlet kurması için Birleşmiş Milletler’den teklif getirtecek kadar dünya politikasına hâkim bir millettir Yahudiler. Yahudiyi, bugün Filistin’de bir devleti olan birkaç milyonluk bir kitle olarak görmek yanlıştır. O, dünyanın kültür, sanayi, sermaye ve propagandasına yön veren bir kuvvettir.”[2]
Arz-ı mev’ud peşinde mücadele eden Yahudiler bu uğurda Osmanlı Devleti’nin de yıkılmasına neden olmuşlardır. Mehmet Akif İnan, Yahudilerin son dönemde Osmanlı Devleti ile ilişkilerine de şu yorumu getirir: “Filistin’de bir devlet kurmak, binlerce yıl devam eden bir hayaldi Yahudi için. Buraları, Tanrı’nın kendilerine söz verdiği topraklar olarak sayıyorlardı, “Arz-ı Mev’ûd” diyorlardı. Sultan Abdülhamit Han’dan, “Filistin’de Osmanlı Devleti’ne bağlı vatandaşlar olarak oturma izni” istemişlerdi. Karşılığında bütün dış borçlarımızı ödemeyi taahhüt ettiler. Ret cevabı alınca da tahttan indirilmesine çalıştılar. Filistin’e yerleşmeyi, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla ancak mümkün gördükleri için, Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasına sebep oldular. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kendilerine yurt olarak Kıbrıs ve Madagaskar Adaları da teklif ediliyordu. Onlar, “Arz-ı Mev’ûd” da ısrar ettiler.”[3]
Mehmet Akif İnan’a göre, “İsrail, dünya emperyalizminin Müslümanların içine soktuğu her kundağın fitilidir.”[4]
Mehmet Akif İnan, İsrail’in Filistin topraklarında Birleşmiş Milletler’den çıkarılan bir karar üzerine ve suni olarak kurulduğunu, Filistin topraklarında yüz yıllardan beridir yaşayagelen Müslüman yerli halkın, zorla bu ülkeden kovulduğunu, vatanlarının Yahudilere devredildiğini Müslüman Filistinlilerin hayatının bir trajedi ortaya koyduğunu belirtir. Mehmet Akif İnan, süreci şöyle yorumlar: “Çeşitli kırımlara uğramasına rağmen bir tek temel gayesi vardır mültecilerin, o da eski yurtlarına dönmektir. Onları bu gayelerinde haklı bulan birçok ülke var dünyada. Dolayısıyla, Yahudilerin kurduğu devleti, muallel gören, haksız bulan, Birleşmiş Milletler’in bu emrivakisini saçma sayan, hâsılı Yahudi devletini tanımayan birçok devlet var bugün. Hatta onu tanıyanların bile büyük bir bölümü, Filistin halkına, vatanlarına dönme hakkının verilmesinden yanadır. İsrail Devleti ise mültecilere bu hakkın geri verilmesi şöyle dursun, Batı’dan gördüğü destekle, giriştiği savaşlar sonunda mevcut sınırlarını bile genişletmiş ve zapt ettiği bu topraklarda hak iddia eder noktaya gelmiştir. Aslında Yahudi’nin, sınırlarını genişletmesinde güttüğü gaye, iyi bilinmelidir ki, daha geniş topraklara malik olmak ihtiyacıyla ilgili değildir. Yani Yahudi, ülkesinin alanını genişletmek adına bu savaşlara girişmedi. Şimdilik ve hatta daha uzun bir süre, geniş topraklara muhtaç değildir Yahudi. Onun bu toprak işgalinin amacı, muallel durumunu, mevcut iğreti devletini, meşrulaştırmaktır.”[5]
Mehmet Akif İnan, İsrail’e karşı mücadelenin yalnızca İsrail’le mücadeleden ibaret olmadığını, asıl Batı dünyası ve Amerika ile mücadele edildiğini, bu yüzden Müslümanlar açısından bu büyük mücadeleye uygun bir zeminin sağlanması gerektiğini belirtir: “Yahudi’yi yenmek, Filistin’den kovmak, oradaki bir avuç Yahudi ile başa çıkmak meselesi değildir. Batı dünyasıyla, özellikle Amerika ile hesaplaşmaktır, galip gelmektir bugün. Araplarla yaptığı her savaşta, fiilen Amerika’dır savaşan. Amerika’nın sonsuz para ve silahıyla savaşıyor Müslümanlar. Müslümanlar, yeni bir siyasi dengelemeye, yeni malî düzenlemelere, kombinezona gitmezse Yahudinin hakkından gelebilmek imkânsızdır. Araplar, Amerika’nın emir ve fermanıyla oturup kalkan bir politika anlayışı içinde kaldığı sürece, Yahudiye gasp ettirdiklerini kat’a geri alamazlar. Amerika’ya dehalet etmekle, onunla iyi geçinmeye çalışmayla, Müslümanlar ancak kayıplarını çoğaltırlar. “Zor” temizler bu işi. Bu “zor” da, İslâm dünyasının kesin bir dayanışma içinde bulunmasıyla sağlanır. İslâm ülkeleri, güçlerini birbirine destek olarak düzenleyince, kendisinden çekinilir bir topluluk olunca, ancak o zaman dünya, İslâm haklarını çiğnemekten çekinir. Zora, kuvvete saygı duyuyor kâfirler, dostluktan anlamaz, menfaatinden fedakârlıkta bulunmaz asla.”[6]
“Kudüs Müslümanlarındır”
Mehmet Akif İnan, Yeni Devir gazetesinde yayımlanan “Mukaddes Kudüs”, “Kudüs Bir Kurtuluş Savaşına Çağırıyor Müslümanı”, “Kudüs Her Şeyimizdir”, “Kudüs Müslümanlarındır” başlıklı yazılarında Kudüs’ün İslam dünyası açısından önemini, İsrail’in Kudüs’e yönelik planlarını ele alır. Buna karşı yapılması gerekenleri ortaya koyar. Yazıların başlıkları bile Mehmet Akif İnan’ın Kudüs’e bakışını net biçimde ortaya koymaktadır.
Mehmet Akif İnan, Kudüs, bütün dinlerin kutsal şehridir diyenlere, “Kudüs, yalnızca ve sadece Müslümanlarındır” şeklinde cevap verir. Mehmet Akif İnan, ‘Allah indinde din yalnızca İslam’dır’ ayetinden hareketle şöyle der: ““Bütün dinler” ne demektir? “Bütün dinler” derken Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kastediyorlar şüphesiz. Lakin bir Müslüman olarak Allah indinde İslâm’dan başka din tanımayız, biz. Bu sebeple Kudüs gerçekte İslâm’dan başka hiçbir din için kutsal olamaz. Ve Müslümanlardan başkasının olamaz Kudüs. Mekke ve Medine nasıl ki yalnızca Müslümanlarınsa Kudüs de öylece yalnız Müslümanlarındır. Kudüs, gasp edilebilir. Zorla işgale uğrayabilir. Lakin yine de Müslümanlarındır. O takdirde çalınmış bir belde olur ancak. Müslümanlardan başkasının malı olamaz, mülkü olamaz. Tıpkı esir düşen bir Müslüman gibi. Bir Müslüman esir de düşebilir. Lakin bu esaret, nasıl ki o Müslümanın kişilik değiştirdiği manasına gelmezse Kudüs de öyledir. Hatta esir düşen bir Müslümanın eğer esir düştüğü yerde zürriyeti devam ederse belki nesli, aslını kaybederek yabancılaşabilir ama Kudüs öyle olamaz. Hiçbir değişikliğe uğrayamaz. İslâm’dan çıkamaz. Bir tek Müslüman bâki kaldığı sürece, Kur’an bâki kaldığı sürece Kudüs İslâm’ındır. Kudüs, esir bir İslâm beldesidir. Yahudi’nin malı olamaz.”[7]
Mehmet Akif İnan, Kudüs’ün münhasıran Arapların şehri de olmadığını, Kudüs’ün bütün Müslümanların şehri olduğu görüşündedir. “Kim Mekke’yi, Medine’yi Suudi Arabistan Devleti’nin şehirleri olarak görebilir?” diye soran Mehmet Akif İnan: “Oralar bütün yeryüzü Müslümanlarınındır. Kâbe, bütün Müslümanların kıblesi, Mescid-i Nebevî âlemlere rahmet olarak gönderilen son Elçi’nin, yani Müslümanların Peygamberinin makamıdır. Kudüs de öyledir. Peygamberimizin diyarıdır. İlk kıblemizdir. Kudüs, bütün peygamberlere inanmış olanların, yani Müslümanların şehridir.”[8] şeklinde görüşlerini ortaya koyar.
Mehmet Akif İnan, Kudüs’ün İsrail tarafından işgalinin, herhangi bir devletin herhangi bir devletten bir şehrini zapt etmesi gibi olmadığını çünkü Kudüs’ün, herhangi bir devletin bir şehri değil, tıpkı Mekke gibi, tıpkı Medine gibi bütün yeryüzü Müslümanlarının şehri olduğunu belirtir.
Mehmet Akif İnan, “Kudüs, Müslümanların canından koparılmış bir parçadır. Kim, orası Araplardan alınmış bir şehirdir gibi düşünüyorsa emperyalizm onun beynini yıkamıştır. Kudüs yalnızca 100 milyonluk Arap âleminin değil, bir milyar Müslümanın malıdır. Bir milyar insana emanet kılınmış mübarek bir İslâm beldesidir Kudüs”[9] der.
Kudüs’ün esir olmasıyla, Müslümanlara bir ders verildiğini belirten Mehmet Akif İnan, “Yeryüzü Müslümanları bir ilahî imtihanla karşı karşıyadır. Kudüs’ün elimizden çıktığına inananlar, oranın Yahudilerin mülkiyetine geçtiğini sananlar, bu imtihanı kaybetmişlerdir. Çalınan Kudüs’ü geri almak cehdiyle yaşamayanlar, bu imtihanı kaybetmişlerdir. Hatta Kudüs’te Yahudilerin de Hıristiyanların da hakkı olduğunu sananlar da kaybetmişlerdir imtihanı” yaklaşımını ortaya koyar.[10]
Mehmet Akif İnan, Filistin topraklarının Yahudiler için değil, Müslümanlar için bir Arz-ı Mev’ûd olduğu düşüncesindedir. Filistin topraklarının, kendi peygamberlerine ihanet etmiş bulunan Yahudiler için bir “arz-ı kıtal” olduğunu, yeniden esir olmak, helak olmak için kendilerini yine bu bölgeye bir talihin getirdiğini belirtir.[11]
“Kudüs’ü unutmak, yurdumuzu unutmaktır”
Mehmet Akif İnan, “Mukaddes Kudüs” başlıklı yazısında da Kudüs’ün İsrail’in başşehri yapılmasına yönelik adımlara şiddetle tepki gösterir. “Kudüs’ün Yahudi’ye başşehir olması Benî İsrail’in “Arz-ı Mev’ûd” hayalinin gerçekleşmesidir.” diyen Mehmet Akif İnan, bunun gerçekleşmesinin Osmanlı Devleti’ni yıkma tasarısının asıl ve nihai hedefe ulaşmasının resmi olduğunu ifade eder. Mehmet Akif İnan, Kudüs’ün İsrail’e başşehir yapılmasının Sultan 2. Abdülhamid Han’dan ve onun temsil ettiği İslam birliği davasından intikam almak olduğunu söyler: “Kudüs’ün Yahudi’ye başşehir oluşu, Sultan Abdülhamit Han’a karşı işlenen zulüm ve cinayetlerin, Yahudiler tarafından düzenlendiğinin kesin ispatıdır. O Abdülhamit Han ki beynelmilel Yahudi Örgütü’nce Yahudilerin Filistin’de Osmanlı Devleti’ne bağlı vatandaşlar olarak oturması karşılığında bütün dış borçlarımızın ödeneceği şeklindeki resmî teklifini şiddet ve celaletle reddettiği için adı “Kızıl Sultan”a çıkarılmıştı ve bunun üzerine tahttan indirilmişti. Ve Osmanlı’nın yönetimi siyonistlerin güdümündeki İttihat ve Terakki Fırkası’na verilmiş, 10 yılda Balkanlar ve Trablus elden çıkmıştı. Devlet, I. Dünya Savaşı’na itilmiş, İslâm birliği ortadan kaldırılmıştı. Bunun için Ortadoğu, emperyalistler tarafından işgal ve taksim edilmiştir. Bunun için taksime uğratılan Ortadoğu’da birbirine muhalif devletler kurulmuş, başlarına emperyalizmin adamı kadrolar getirilmişti.
Ortadoğu ülkelerine göstermelik bağımsızlıklar verilmesi, ardından Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması safha safha, Abdülhamit Han’dan ve onun temsil ettiği İslâm birliği davasından intikam almaktan başka nedir?”[12]
Mehmet Akif İnan, her şerden bir hayır doğabileceğine inanır; Kudüs’ün İsrail’in başşehri yapılması hamlesinin Müslümanların uyanışına vesile olacağını belirtir: “Kudüs’ün başşehir olması, İslâm’dan öç alma hamlesidir. Ama bu öç alma, yeryüzü Müslümanlarının bilinçlenmesinin de mihrakı olacaktır mutlaka.”[13]
Mehmet Akif İnan’a göre, “Kudüs’ü unutmak, yurdumuzu unutmaktır. İnancımızı, kişiliğimizi unutmaktır. Anlamımızı unutmaktır. Köleliğe talip olmaktır.”[14]
Sonuç:
Mehmet Akif İnan, çağının farkında olan, çağ sorunları karşısında duyarlık ortaya koyan bir Müslüman aydındır. İnan, İslam dünyasının en buhranlı dönemlerinden birisi olan 20. yüzyılda, kalemiyle, kelamıyla sorunlar karşısındaki duyarlığını topluma yansıtmış bir sanatçıdır.
Dinlerin ve medeniyetlerin beşiği Ortadoğu ve Ortadoğu’nun merkezini teşkil eden Kudüs Mehmet Akif İnan’ın bu duyarlığını en çok ortaya koyduğu konular arasında yer almaktadır. İnan bu hususta, adeta Üstad Nuri Pakdil’in “Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum” mısrasını hayata geçirmiş gibidir.
Filistin topraklarını ve Kudüs’ü gerek medeniyet mirası gerek Osmanlı yadigarı olarak sahiplenen Mehmet Akif İnan, Müslümanların, tarihsel izlek etrafında gelişen olayların anaforuna kapılarak bu beldeleri nisyana terk etmesi tehlikesi karşısında bir uyarıcı olarak ortaya çıkmaktadır.
Mehmet Akif İnan’ın Mescid-i Aksa şiiri, Kudüs ve Mescid-i Aksa hakkındaki duyarlığının sanatıyla yoğrularak mısralar halinde tecessüm etmiş halidir. Bu manada Mehmet Akif İnan, Mescid-i Aksa şairidir.
[1] Yeni Devir, 30 Temmuz 1977
[2] Yeni Devir, 21 Kasım 1977
[3] Yeni Devir, 21 Kasım 1977
[4] Yeni Devir, 27 Temmuz 1980
[5] Yeni Devir, 30 Kasım 1977
[6] Yeni Devir, 21 Kasım 1977
[7] Yeni Devir, 2 Ağustos 1980
[8] Yeni Devir, 4 Eylül 1981
[9] Yeni Devir, 2 Eylül 1981
[10] Yeni Devir, 2 Ağustos 1980
[11] Yeni Devir, 2 Ağustos 1980
[12] Yeni Devir, 27 Temmuz 1980
[13] Yeni Devir, 27 Temmuz 1980
[14] Yeni Devir, 2 Eylül 1981
Hıdır YILDIRM1
1 Eğitimci-Yazar Ankara/Türkiye